RSS

Kamil İman Sahipleri Kurtulacaktır – Mehmet Sürmeli

04 Ağu

Kelime olarak iman, bir şeyi kalben tasdik etmektir. Dinî terim olarak ise; iman edilecek hususları kalben tasdik edip bu tasdiki dille ikrar etmektir.[1] Kalbin ve ruhun doyuma ulaşıp korkunun yok olmasıdır. Hz. Peygamberin getirmiş olduğu dine bağlanmaya iman dendiği gibi, kişinin, mutlak tasdikle Hakk’a boyun eğmesidir. Hakk’a teslimiyette üç şeyin bir araya gelmesi gerekir: Kalben bağlanma, dil ile ikrar ve azalarla amel etmek.[2] İmanda şüphenin olmaması esastır.[3] Daha geniş anlamıyla iman, Allah’ın (c.) varlığına ve birliğine kalben teslimiyet, gereğinde bu teslimiyeti dille ifade etmektir. İnancında samimiyetinin bir tecellisi ve Allah Teala ile her an iletişim içerisinde olduğunun göstergesi olarak da hayatına “din”le anlam vermektir. Hayatına ilahi emirlerle anlam veren bir kişi her türlü korkudan emin olduğu gibi başkalarına da emniyet ve güven telkin eder.[4] İmanın mutlak tasdik ve hayata vahiyle anlam verme boyutları Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Gerçek mü’minler, Allah’a ve Rasulüne iman eden; bu imanlarında şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte imanlarında sadık olanlar onlardır.[5]

Allah’a gerçek anlamda iman edenler, O’nun varlığı ve birliği; hüküm koyması, emir ve yasaklarına itaat konularında bir ayrım gözetmezler. İman ettik dedikten sonra amel etmemenin bir çelişki olduğunu bilirler. Allah Rasulü bu konuya şu buyruğuyla açıklık getirmiştir: “İmansız amel, amelsiz iman makbul değildir.[6] İman etmeden amel etmek nifak; amelsiz iman da fasıklıktır.[7] Hz. Peygamber, imandan sonra hemen amellerin fazileti üzerinde durmuş ve mü’minleri, dini emirleri yerine getirmeye teşvik etmiştir.[8] Birçok İslam bilgini de, farzları mükemmel bir şekilde yerine getiren bir kimsenin kelime-i tevhidin hakkını eda ettiğini belirtmişlerdir.[9] Onlara göre kelime-i tevhidin dört rüknü vardır. Bunlar, Allah’ın (c.) emirlerine uyma, yasaklarından sakınma, Allah’ın (c.) verdikleriyle yetinme ve O’ndan gelen her şeye razı olmadır.[10] Allah’ın varlığını kabul edip de emir ve yasakları konusunda O’na tabi olmamak, hayata vahiy dışı şeylerle anlam vermek, imanda samimiyetsizliktir. İlahi otoriteyi parçalamak suretiyle şirke düşmektir.

Kur’an-ı Kerim, yüzlerce ayette yüce Allah’ı tanıtmış ve insanları birliğine iman konusunda uyarmıştır. Bu uyarı bağlamında imanın bütünlüğünü sık sık vurgulamış; uhrevi kurtuluşun da, Allah’ın varlık, birlik, halk ve emir alanında tek kabul edilmesinde; bu kabul edilmenin salih amellerle insan ve toplum hayatına yansıtılmasında olduğunu açıklamıştır. Böyle geniş kapsamlı bir imana sahip olan mü’minleri Allah Teala şu buyruğuyla müjdelemiştir: “Ancak ve ancak mü’minler kurtulacaklardır.[11] Gelecekte olacak bir şey mazi sigasıyla haber verildiği gibi, ayetin devamında da yerine getirilmesi gereken ödevler üzerinde durulmuştur. Hz. Peygamber de kurtuluşun kamil bir imanla olabileceğini söylemiş ve Kur’an-ı Kerim’in sınırlarını çizdiği bir imana sahip olmayan kimselerin kesinlikle cennete girmeyeceğini bizlere haber vermiştir: “Kafirler kesinlikle cennete giremeyeceklerdir.[12]

Cennete girmek için zihinsel ve ameli açıdan temiz olmak gerekir. “Doğrusu, hem (günahlardan) temizlenen, hem de rabbinin adını (tesbih, tehlil ve tekbirle) anıp namaz kılan(lar) kurtulacaklardır.[13] ayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir. “İslam’a dahil olarak hidayet bulanların kurtulacağı[14] müjdesini yineleyen Rasulullah (s.), Hz. Ali’ye (r.) fetih günü şu duyuruyu yapmasını emretmiştir: “Cennete mü’minden başkası giremeyecektir.[15] Uhrevi kurtuluşun çaresi dünyada iken yüce Allah’ın dilediği gibi dilediği şeylere imandan geçer. Bunları da Kur’an-ı Kerim haber vermiştir. Nitekim bu ayetlerin birisinde bu hakikat şöyle özetlenmiştir: “Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticaret  (şeklini) size göstereyim mi? Allah’a ve Rasulüne iman edersiniz, Allah yolunda (kula kulluktan kurtulup hayata İslam’ın hakim olması için) mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.[16]

İnsanlar hangi keşfi yaparsa yapsın, hangi buluşa imza atarsa atsın iman etmedikçe cennet yüzü göremezler. Çünkü cennetin sahibi olan Allah (c.) kuralını böyle koymuştur. İman etmedikçe cennete girmenin imkansızlığını şu ayeti kerime ilginç bir benzetmeyle ortaya koymuştur: “Ayetlerimizi yalanlayıp da ona (inanmayıp) büyüklük taslayanlar var ya! Göğün kapıları onlar(ın ruhların)a açılmayacak ve deve iğne deliğinden girinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir. İşte günahkarları böyle cezalandırırız.[17]

Allah’a (c.) şirk koşmak, O’nun uluhiyet ve rububiyyetini parçalamak, O’na eş, oğul ve kız çocuğu isnad etmek cennetle insan arasındaki engellerdir. Velev ki peygamberin en yakınları bile olsa iman etmedikçe kural böyledir. Bu çerçevede Hz. Peygamber (s.), Ebu Talip konusunda uyarılmıştır: “(Rasulüm!) Şüphesiz sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin. Fakat Allah dilediğini (iyi niyet ve amellerine göre) doğru yola eriştirir. O hidayete erecek olanları daha iyi bilir.[18] Hz. Peygamberi himaye gibi önemli bir görevi üstlenen Ebu Talip, iman etmediği için uhrevi kurtuluşa erememiştir.

Kur’an-ı Kerim, sünnet ve makasıdu’ş-şeria bütünlüğünden kopuk ve usulsüz bir yaklaşımla bazı akademisyenlerin Yahudi ve Hıristiyanların da cennetlik olabileceklerini söylemeleri hem yöntemsiz hem de itikaden tehlikeli bir yaklaşımdır. İtikaden tehlikeli, çünkü mü’mine kafir demek nasıl ki sahibini küfre götürürse; kafirliği kesin olana mü’min demek de insanı küfre götürebilir. Allah Teala bu konudaki hükmünü açıkça beyan etmiş ve kafirlere cenneti yasaklamıştır: “Hakikaten, ‘Allah Meryem oğlu (İsa)Mesih’tir.’ diyenler, kesinlikle (şirke girip) kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih (İsa): ‘Ey İsrailoğulları! Rabbim ve rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü kim Allah’a ortak koşarsa (Allah’a rağmen başka şeyi öne çıkarır ve ona bağlılık gösterirse) hiç şüphesiz Allah, ona cennetini haram eder, onun varacağı yer ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.’ demişti.[19] Hz. İbrahim (a.) de kafir olan babası için verdiği söz üzerine şefaat talebinde bulununca Allah (c.), ona da şu cevabı vermiştir: “Cenneti kafirlere haram kıldım.[20]

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde kurtuluşun ancak ve ancak sahih ve bütüncül bir imanla mümkün olacağı bildirilmişken, sözünü ettiğimiz bu akademisyenler şöyle bir tablo çizmişlerdir. (Bu tablonun dayanağını da Bakara suresinin 62. ayeti ile Maide suresinin 69. ayetinden aldıklarını söylemişlerdir.)[21]

Dini Gruplar Kurtuluş Şartları[22]
Müslümanlar Allaha ve ahirete iman + Salih amel = Kurtuluş
Yahudiler Allaha ve ahirete iman + Salih amel = Kurtuluş
Hıristiyanlar Allaha ve ahirete iman + Salih amel = Kurtuluş
Sabiiler Allaha ve ahirete iman + Salih amel = Kurtuluş

Yukarıda yapılan tasnife göre İslam, ne kadar hak bir din ise Yahudilik, Hıristiyanlık ve Sabiilik de hak bir dindir. Kurtuluş şartlarına riayet etmek kaydıyla diğer dinlerin de seçilebileceği ima edilmektedir. Belirttiğimiz gibi bu sınıflama yapılırken Kur’an-ı Kerim, sünnet ve tarih dikkate alınmamıştır. Önce şunu belirtmekte fayda var; Allah’ın gönderdiği Yahudilik ve Hıristiyanlık diye bir din yoktur. Yüce Allah’ın göndermiş olduğu dinlerin hepsinin adı İslam’dır.[23] Ehli Kitap, Allah’a vermiş oldukları ahdi bozmak, ona çocuk isnad etmek ve ulûhiyeti parçalamak gibi nedenlerden dolayı küfre gitmiş ve Allah’a şirk koşmak suretiyle müşrik olmuşlardır.[24] Allah (c.) inançları Hz. Peygamberin getirmiş olduğu vahiyle örtüşmeyen, kitap inançları parçalı ve tahrife dayanan; Kur’an-ı Kerim’i inkar üzere bina edilen, Hz. Peygamberin risaletini tamamen reddeden, Salih ameller konusunda ise namaz, zekat, hac, oruç, emri bi’l-maruftan uzak yaşayan; içkiyi, domuz etini, fuhşu, faizi ve daha nice haramları mübah sayan bir toplum nasıl uhrevi kurtuluşa erebilir? Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sünneti dikkatli bir şekilde, bütünlük çerçevesinde incelenirse görülür ki bu iki kaynakta Yahudi ve Hıristiyanları öven tek bir nass yoktur. Fakat onları yeren ve sapıklıklarını tek tek ortaya koyan yüzlerce ayet ve hadis vardır. Yüce Allah’ın, dinde aşırı gitmek suretiyle sapıttıklarını[25] ve kitaplarını tahrif ettiklerini[26] açıkça ifade ettiği sapkın kimselerin (Yahudi ve Hıristiyanların) cennetlik olacağını söylemek Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi iki galat ekolü İslam’ın seviyesine çıkarmak veya İslam’ı, bu tahrif olmuş beşeri dinlerin seviyesine indirmektir. Bu anlayış bilerek ya da bilmeyerek yapılmakta olan bir misyoner faaliyetidir.

Kur’an-ı Kerim, iman olmadan yapılan her türlü olumlu davranışın (Salih amelin) “fırtınalı bir günde rüzgarın savurduğu kül[27] gibi olduğunu vurgulamıştır. Hz. Peygamber de tüm akrabalarını toplamış, Abdulmuttalib ve Abbas oğullarına, halası Hz. Safiyye ve kızı Hz. Fatıma’ya şu hakikati hatırlatmıştır: “Maddi olarak benden ne istiyorsanız isteyin ama (iman edip salih ameller işlemedikçe) ben, size Allah Teala’dan gelecek olan bir azabı savamam.[28] İlahi rahmete nail olabilmek için “imanı bilinçli bir şekilde yenileyip”[29] sonra da bu hal üzere “Müslümanca Allah’a kavuşmak”[30] gerekir.

Kur’an-ı Kerim’de din nasıl anlatılmışsa öylece iman etmek esastır. Allah’ın (c.) gönderip, Rasulünün tebliğ ve beyan ettiği dinde kimsenin keyfi bir tasarruf hakkı yoktur. Allah (c.), ahirette kurtulacak olanları vahyin bütünlüğü içerisinde beyan buyurmuştur. Buna göre; gayba iman edip namazlarını kılan, zekatlarını veren, elçiler arasında hiçbir ayrım yapmayanlar[31]; insanları hayra davet eden ve her türlü kötülüğe karşı tepkili olanlar,[32] her türlü lüzumsuz işten uzaklaşıp iffetlerini koruyan, emanet ve ahitlerine riayet edenler,[33]sabır ve takvada önde olanlar; düşmana karşı her an hazırlık yapanlar,[34] Allah’a karşı her türlü kulluk görevlerini hakkıyla yerine getirenler;[35] içki başta olmak üzere haramların her türlüsünden kaçınanlar;[36] birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler;[37] Allah’ı çokça zikredip her yaptıklarında onu hatırlayanlar;[38] namuslarını her türlü haramdan koruyanlar;[39] Kur’an’ın ve sünnetin hakemliğine çağrıldıklarında bu çağrıya hemen uyanlar;[40] Hz. Peygambere tabi olanlar;[41] mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler[42] ve mizanda tartıları ağır gelenler[43] kurtulacaklardır. Yüce Allah, kendi prensiplerini kullarına bildirmiş ve rahmetine layık olanları açıklamıştır. Kimseye Allah (c.) adına söz söyleyerek cenneti kafirlere tahsis etme hakkı verilmemiştir. Cennet Allah’ındır ve “salih amel işleyen müminlere verilecektir.[44] Kişi küfrü tercih ettikten sonra her türlü salih ameli yapsa bile onlar için tartı bile olmayacaktır.[45] Bundan sonra neticeye katlanmak kaydıyla “dileyen iman etsin, dileyen de küfretsin.[46]


[1] Cürcani, Tarifat, s.40; Ebu’l-Münteha, Şerhu Fıkhi’l-Ekber, İst.,trsz., s.14

[2] İsfehanî, el-Müfredat, s. 90-91

[3] Ebu’l-Münteha, a.g.e., s. 14

[4] Nesaî, iman, 47, Had. No: 8, c. VIII, s. 105

[5] el-Hucurat 49/15

[6] Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, c. I, s. 35

[7] Cürcani, a.g.e. s.40

[8] Bak: Nesaî, Menasiku’l-Hac, 24, Had. No: 4, c. V, s. 113

[9] İbnu Abdi’l-Muhsin, Abdurrezzak, Fıkhu’l-Ed’iye ve’l-Ezkâr, Riyad, 1999, s. 179

[10] Sülemî, Hakâiku’t-Tefsir, c. I, s. 92

[11] el-Mü’minun 23/1

[12] İbni Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, es-Siretü’n-Nebeviyye, Kahire, 1987, c. IV, s.189

[13] el-A’lâ 87/14-15

[14] İbni Mace, Zühd, 9, Had. No: 4138, c. II, s. 1386

[15] Ahmed, Müsned, c. III, 349; Buhari, Sahih, 64, Megazi, 38, c. V, s. 75; Nesaî, Sünen, iman, c. VIII, s. 104

[16] es-Saf 61/10-11

[17] el-A’raf 7/40

[18] el-Kasas 28/56

[19] el-Maide 5/72

[20] Buhari, 65, Tefsir, 1, c. VI, s. 16

[21] Bu ayetlere verilen Türkçe meallerin tamamına yakını (bir kaçı müstesna) yanlıştır. Meallerde Kur’an-ı Kerim’in bütünlüğü, sebeb-i nüzul ve şart edatları ve şartın cevabı hesaba katılmamıştır. Bu konuyla ilgili çalışmamız bittiğinde inşallah yayınlayacağız.

[22] Akdemir, Salih, Kur’an Sempozyumu, Fecir yay., 1995, Ankara, c. I, s. 332

[23] Bak: el-Bakara 2/131-133, 136; Âl-i İmran 3/19, 52, 67, 85 vd.

[24] Bak: Taberi, Camiu’l-Beyan, c. IV, s. 652-653

[25] Bak: en-Nisa 4/171; el-Maide 5/77

[26] Yahudilik ve Hıristiyanlığın tahrif olduğuna dair bak: el-Bakara 2/75, 159, 175, 179; Âl-i İmran 3/78; en-Nisa 4/46; el-Maide 5/13, 41; el-A’raf 7/162

[27] İbrahim 14/18

[28] Nesaî, Vesaya, c. IV, s. 239

[29] Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, c. II, s. 211

[30] Âl-i İmran 3/102

[31] Bak: el-Bakara 2/2, 285

[32] Bak: Âl-i İmran 3/104

[33] Bak: el-Mü’minun 23/1-10

[34] Bak: Âl-i İmran 3/200

[35] Bak: el-Hac 22/77

[36] Bak: el-Maide 5/90

[37] Bak: el-Asr 103/3

[38] Bak: el-Enfal 8/45

[39] Bak: en-Nur 24/31

[40] Bak: en-Nur 24/51

[41] Bak: el-A’raf 7/157

[42] Bak: et-Tevbe 9/88

[43] Bak: el-A’raf 7/8; el-Mü’minun 23/109

[44] el-Kehf 18/107-108

[45] Bak: el-Kehf 18/45

[46] el-Kehf 18/29

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Ağustos 2010 in TEFSİR, İSLAM HUKUKU

 

Etiketler: , , ,

Yorum bırakın